İstanbul kazan biz kepçe bölümüne devam ederken kendimizi Eminönü de bulduk. Ortamın kargaşasına kapılıp hızlı bir şekilde geziyorduk ki yorgunluk bastırdı. Bizde adını de önce duyduğumuz COFFEETOPIA'ya attık kendimizi. Aslında hep önünden geçip gittiğimiz bir yermiş. Ama girişi o kadar küçük ki içeri hiç dikkatimizi çekmemiş. Ama içeriye girince çok farklı bir dünya bizi karşıladı. Dışarısı bilindik karmaşık Eminönü'yken içerisi sakin nefes almak için bir durak gibi. Aslında bizim COFFEETOPIA'yı sevmemizin asıl sebebi karmaşanın içinde bulunan bir yer olması.
İçeriye girince hemen bizi sağda bir bar bekliyor. Kahveler taze taze burada yapılıp istenirse karton bardakla paket yapılıyor ya da çalışanlar müşteriler için masalarda menülerini sunuyorlar. Çalışanların hepsinin güler yüzlü oluşu ve müşteriye olan ilgileri tam dozunda hatta biz ortadayken küçük çaplı bir kriz çıktı ama bunu olan saygılarıyla hemen halledip bizim gözümüzde bir + daha aldılar.
Gelelim menüye... Şurup aroma içinde kaybolmadan kaliteli kahve sunmak için hazırlanan bir menü bu.
Buzlu içeceklerden tatlılara, fırın ürünlerinden kahvelere çok fazla seçeneği olmayan ama her kahvesinde iddiasını sürdüren bir yer. Biz en çok kahvelerin yanlarına sertlik derecelerini yazmalarını sevdik. Ve tercihlerimizi buna göre yaptık. Jane tabi ki süt içeren bir kahve istedi. Ama yoğun da olmalı. Bizde Baristaya danıştık ve Flat White'ı tercih ettik. Cappuccino dan daha yoğun ama süt içeriyor. Sanırım Jane'in yeni favorisi...
Flat White: sertlik derecesi 1/5 8₺ bizden 4 🌟
Bendeniz Ejee ise tabi ki bir yerin kahvesi en yoğun olanıyla ölçülür diyerekten bir adet RİSTRETTO sipariş ettim. Aslında önce su gelince bir korkmalıydım ama yapacak bir şey yok. Üç yudumluk bir kahve geldi önüme ve beğendim. Gerçekten beğendim. Çok sert çok yoğun ve tam ayağa kaldıracak cinsten.
Ristretto: sertli derecesi 5/5 5₺ bizden 5🌟
Uzun lafın kısası mutlu çalışan insanların kahve yaptığı nefes almak için bir alan yarattığı bir yer COFFEETOPIA. Biz sevdik ve denemenizi öneririz...
Sizde giderseniz selamımızı söyleyin ve yorumlarınızı mutlaka bizimle paylaşın…
Bakalım biz önümüzdeki günlerde daha neler keşfedeceğiz.
Günlerimizi video olarakyoutube'dan ve fotoğraflarla ayrıntılı olarakinstagramdan takip edebilirsiniz.
Bu hafta sonu bir çılgınlık yapalım hamburger yiyelim dedik, kendimizi Kral
Burger’de bulduk.
Malum yıllardır hamburgerden iğrenir olduk yine de o büyük fast food zincirlerinin önünden
geçerken bazen canımız istemiyor değil (hatta bazen böyle kapıdan çekip
girmemizi engelleyen gerçek dostlar olmasa vay halimize ama sonra
zararlı oluşları, o yağlı halleri canımızın isteğine bile engel olur.) ama gelelim
birbirimiz gaza getirip ailecek gittiğimiz Kral Burger’e… 1971’de açılan Kral
Burger Nispetiye de. 44 senedir açık olan bu yer İstanbul’un ilk
burgercilerinden. Bir diğeri de Şişli’de olan Kristal Büfe. Biz bu hafta
hakkımızı Kral Burger’den yana kullandık ama Kristal’e de en yakın zaman da
sizi götüreceğiz. Sözümüz söz!
Ailecek gidince malum konu yine açıldı. “Burası İstanbul’un ilklerinden, Biz
annenle nişanlıyken hep buraya gelirdik, bizim zamanımızda o katkı maddeli
hamburgerler yoktu…” ve daha neler neler. Biz hemen kapının önündeki masalara
yerleştirdik ve siparişlerimizi verdik: Kral Burger. Özel soslarıyla hazırlanan
Kral Burger değişik bir hamburger ekmeği ile hazırlanıyor. Normal ekmeklerden
biraz daha büyük olan bu ekmeği ikiye bölmek yenide üçe bölmüşler. Birinci
bölmeye özel köfteyi ve sosları, ikinci bölüme de kendi yapımları olan muhteşem
bir sosu ekliyorlar. Böylece karşımıza kocaman bir burger geliyor. Dürüst olmak
gerekirse görüntü çok hoş değil, hatta o pahalı restoranlardaki afili yiyeceklerden
sonra insan ilk görüşte “nasıl yani bu muydu?” bile diyebilir. Ama işin sırrı
tadında.
Gelelim içeriye, hazırlığın gerçekleştiği yere.
Kral Burger’in yeri küçük bir dükkandan ve kapısının önündeki 5,6 masadan
ibaret. Yaklaşık içerisi ve dışarısıyla beraber 10 masaya sahip. Dışarıdaki masalar
Melodi pasajının girişinde. Bundan dolayıda masalar biraz ayak altında. Ama zaten oraya gidince öyle saatler
geçirilmez yer kalkarsınız. Mutfaksa yok. Dükkanın içinde orta boyda bir ızgara
var yanındaysa sosların bulunduğu kaplar ve üst üste hazırlanıp konmuş
ekmekler. Bu kadar yani. Olabildiğince basit ama tadını da o basit ve
doğallıktan alan burger. Yemeden yargılamamak gerekir işte. Biz yedik,
yıllardır terciğimizi ordan ve onun gibi bu işin hakkını veren yerlerden yana
kullandık. Hiç pişman olmadık.
Sizde giderseniz selamımızı söyleyin ve yorumlarınızı mutlaka bizimle paylaşın…
Bakalım biz önümüzdeki günlerde daha neler keşfedeceğiz.
Günlerimizi video olarakyoutube'dan ve fotoğraflarla ayrıntılı olarakinstagramdan takip edebilirsiniz.
İlki geçen sene Galata Rum
İlkokulunun tarihi binasının içinde İstanbul Coffee
Festival 'i tamamen şans eseri gitme fırsatını bulmuştuk. Ne olacağı
hakkında hiçbir fikrimiz olmadan sadece o gün bir şey yapmak için biletlerimizi
almış sonrada aklımızdan "Orada 3 bardak kahve içsek bilet fiyatını
karşılarız."şeklinde çeşitli teselliler geçirmiştik. Ama ne oldu:
etkinliğin son dakikasına kadar içeride kaldık, yenisi ne zamana yapılacak diye
diken üstünde bekledik ki bileti ilk alan kişilerden biriydik. İyi ki de öyle
yapmışız çünkü biletler 1 hafta geçmeden tükeniverdi. (Elimizdeki iki bilete 3 katı fiyat teklif ettiklerini de söylemeden geçemeyeceğiz.)
Gelelim İstanbul Coffee Festival'in ne olduğuna;
3. dalga kahvecilerin toplandığı, fuar, seminer,
tanıtım ve TADIM'ı bir kaseye alıyoruz üzerine bir tutam müzik ekliyoruz, kahve
kokusunun seviyesini "Buram Buram"a ayarlıyoruz... işte Festival'e
Hoş Geldiniz.
Bu sene Haydarpaşa Garı'nın Büyüleyici binası içinde
kahve sever (bizler) le buluşan festival geçen seneden 4 kat filan daha fazla
standa sahipti. Geçen seneden bu yana kendilerini çok geliştirmişler. Biz ilk
gününde (Perşembe) akşam seansına katıldık ve yarı seans asla yetmedi. Zaten
bir süre sonra o kadar çok tadım yaptık ki kahve mi çarptı, kokusu mu
bilemedik.
İstanbul Coffee Fest'e göreyse;
Festival
İçeriği:
Dünyanın farklı bölgelerinden gelen kahveleri tatmak, keşfetmek
Yerli-yabancı profesyonel baristaların hazırladığı kahveleri tatmak,
showlarını izlemek
Butik kahve dükkanlarının lezzetlerini tatmak
LAB.lere katılıp sektörün duayenlerinden kahve ile ilgili bilgi almak
Cupping, tasting, kavurma gibi atölye çalışmalarına katılmak
Sektör uzman ve yönlendiricileri ile bir araya gelmek
Evde kaliteli kahve yapımını öğrenmek ve gerekli aletleri satın
alabilmek
Festivalde, seans saatleri belirli olan workshoplar,
seminerler, bir sürü stand'da yapılan ayrı ayrı tadım denemeleri, spontane
gelişen kahve sohbetleri, fotoğraf çekmek için bir cennet, asla susmayan her
saat farklı bir tarzda kulağımıza çalınan müzikler, hediyeler, ödüller ve en
önemlisi de bir sonraki yapılana kadar anlatılacak anı var.
trenleri içinde bulunan resim sergilerine de göz
ata ata, satış yapan çeşitli butikleri, designe ürünler sergileyen standaları
geze geze, elimizden kahve eksik olmadan yürüye yürüye saatleri tükettik.
( o kadar kahve sonrası tuvaletin yolunu tuttuk ama
festivalin en kötü anıydı. bitmek bilmeyen bir sıra... Çözüm bulan bize de
yazsın seneye onu deneyelim.)
Şimdi 2016 yılında yapılacak yapılacak festivali
beklemeye başladık. Sizde azcık bile kahve seviyorsanız bir gidin derim. Bizi
MÜDAVİM yaptılar bile.
ps: festival gecesi çok zor geçti, aşırı kafeinden
aşırı enerji doğdu, bir süre kahve de içeceğimizi düşünmüyoruz. (ertesi
sabah içtiler) ama değer miydi? KESİNLİKLE!
Bakalım biz
önümüzdeki günlerde daha neler keşfedeceğiz.
Günlerimizi
video olarakyoutube'dan
ve fotoğraflarla ayrıntılı olarakinstagramdan
takip edebilirsiniz.
- Dem, adından da
anlaşılacağı gibi “çay” da ustalaşmış bir yer. (60 Çeşit çay seçeneği var.) - Menüsü
çay konusunda oldukça geniş. Ama sakın sadece çay var sanmayın. Atıştırmalıklardan
hangisini seçsek diye çok düşündük. En sonunda tatlıda karar kılıp siparişlerimizi
verdik.
*21
Superior Oolong Çayı:Yarı fermente olmuş çayların en
iyilerinden. Bambu fıçılarında yaprakların sadece bir kısmı siyahlaştırılan ve
daha yarısı yeşilken fermantasyonu durdurulan özel bir çay. Her yıl çok az
miktarda hasat veren bu çay; aromasındaki zenginliği, meyve ve yemiş
karakterindeki tadıyla büyüleyici.
-Yumuşak bir içimi var. İlk yudumda yeşil çay mı bu diye
düşünmedik değil. 3* -ejee *30 Princess Grey: Özel tadını elde etmek için haftalarca dinlendirilen, aykırı bir Earl Grey, Portakal kabukları ve İtalya’dan özel bergamotların esansları, siyah çay yapraklarına işleyerek doygun bir lezzet sunuyor.
-Bergamot ve siyah çay baskınlığı bir Türk olarak insana güzel geliyor. Ama portakal tadının da kaybolup gitmemiş olması bizi daha çok herecanlandırdı. 3* - Jane
Çaylar iki şekilde sunuluyor: 1. Fincan
2. Demlik
Biz farklı şeyler denemek istediğimiz için fincan olarak tercih ettik. Eğer aynı şeyi içecek 2 den fazla kişiyseniz demlik tercih edebilirsiniz. Bir demlik 2 den fazla fincan içeriyor.
Siparişi verdikten sonra her ne kadar ağır olacağından şüphelensek de hayatımızda yediğimiz en hafif tatlılardan biriydi. Pişmiş armut ne yumuşamış durumda ne de çiğ. Aslında tam olması gerektiği gibi. Üzerindeki sos ilk bakışta korkutucu olsa da sadece azcık tat ve bolca görsellik için var. Pişmaniye ise o konuda bir yorum yapamıyoruz biz çok beğendik. Sunumu görünce acaba bozmasak da eve götürsek mi diye düşündük. 4*Çok küçük bir alana sahip olan Dem de servis hızı normal sayılabilecek bir seviyede. Ama az masası olmasından dolayı oturmak için gelip bekleyen veya oturamadan giden çok insan oluyor.
Enerjimizi toplayarak sokaklarda tekrar kaybolmaya başladık. Daha önceden haberimiz olduğu üzere Souq Bazaar’a doğru yöneldik.
Bir sokak arasında bulunan depodan hallice bir yerin önünde durduk. İçerisi adeta dışarı taşmış durumdaydı. Karaköy'ün yeni tasarım seven kesimi tamamen orada gibiydi. #eleledergisi‘nin tanımına göre : özenle seçilmiş ürünleri, keşfedilmesi gereken tasarımları ve zanaatkarları bir araya getiren bir organizasyon.
İçeriye girince etrafın karanlık olması konsept gereği midir bilemiyoruz ama ürünleri incelemek adeta işkence olmaya başlamıştı. Ayrıca içeride Türkçeden çok İngilizce konuşulması oldukça enteresandı.
Her seferinde konsept değiştiren Souq Bazaar‘ın Mesken Etkinliğine denk geldik.
Her seferinde konsept ve tarih değiştiren Souq’a gitmeden önce mutlaka internetten tarih ve konsept kontrolü yapmak gerekiyor.
İçerinin karanlığı bir süre sonra basmaya başlayınca
dışarıya attık kendimizi ve içerde geçen zamanın 2 katı kadarını dışarıda
#kağıtçocuk'un retro afişleriyle geçirdik. Ve dayanamadık kreasyona birkaç tane
daha ekledik.
Adeta Vogue sayfalarında fırlamış tarzda şık insanların
arasında sıyrılıp aldığımız yeni afişlerle Karaköy de kaybolmaya devam ettik.
Herkesin bir gününü ayırması gereken bir yer Karaköy.
Bakalım biz önümüzdeki günlerde daha neler keşfedeceğiz.
Günlerimizi video olarak youtube'dan ve fotoğraflarla ayrıntılı olarak instagramdan takip edebilirsiniz.